Pazar, Ocak 19, 2014

Teşekkür Ederim Hrant



Canımın ta içi...
Gideli, bizi burada karanlığın ortasında, yağmurun, karın altında yapayalnız bırakıp gideli tam tamına yedi yıl olmuş...
Nasıl geçiyor zaman...
Sensiz hep bir şeyler eksik.
Gülüşün eksik, sesin, soluğun eksik...
Sensiz hayat kırık, topal, yarım...

***

Sevgili dostumuz Orhan Alkaya ne güzel yazmış bugün seni.

Evrensel Gazetesi'nde herşeyi nasıl özetlemiş.

Bu yazıya rağmen hâlâ kafa karışıklığı, hâlâ akıl debelenmesi yaşıyorsa kişi, hâlâ aklında sana dair sorular varsa, hâlâ bazı şeyleri anlayamıyorsa, tek diyebileceğim: Yaazık.

***

TEŞEKKÜR EDERİM HRANT
Orhan ALKAYA
20 Ocak 2007 tarihli Radikal gazetesinin 2. Sayfası: Üstte büyük bir fotograf, Sera... Yanında küçük bir fotograf, senin resmin, karanfiller... Alttabir fotograf daha; “Bir kadın Orhan Alkaya’ya sarılarak ‘O mu, orada mı yatıyor’ diyor ve ağlıyordu,” yazıyor altında...
Yedi yıl olacak neredeyse, o gazete kolisini ilk defa açtım. Bırak okumayı, bakmayı bile beceremediğim neredeyse bir ayın gazeteleri. 20 Ocak’tan başladım ve ne çıktı karşıma!
O ‘bir kadın’, bizi tanıştıran Nükhet Everi. Adını, Agos’a niyet ettiğinizde Anna Turay’dan duymuştum ilk. ‘Fırat’ olduğun üniversite yıllarında belki karşılaşmıştık. Ayrı fraksiyonlarda da olsak, yakın lokasyondaydık, fakültelerimiz arasındaki mesafe, üç dakika yürümeye bakardı olsa olsa. Ama o yıllarda tanışmadığımızdan eminim.
Hayatımda çok insan oldu. Ama çok çok azı, üstelik daha ilk tanışmada, üzerimde seninki kadar kalıcı bir etki bıraktı Hrant. Yüreğin avuçlarının içindeydi âdeta. Kocaman kolları, kocaman elleri, ayakları, kocaman bir kafası olan, kocaman gülüşlü kocaman bir çocukla tanıştırmıştı Nükhet beni. Bu yüzden Nükhet’e hep müteşekkir oldum.
Agos’un ilk dönemi bir hayli çalkantılıydı diye hatırlıyorum. Kurucu ekipten kopmalar olmuştu. Hem azınlık, hem solda olup, milliyetçi saldırılara, karşı-milliyetçi refleks geliştirmeden var olabilmenin nasıl maharet gerektirdiğini, sen ve arkadaşların, hepimizden çok daha fazla biliyordunuz.
Başlangıçta niyetin tam olarak bu muydu bilmiyorum ama, can nefesini üflediğin, sayfalarına kişiliğinin simyasını kattığın Agos, azgın dalgalara yenik düşmemesi bir yana, ‘ghetto’nuzun kabuğunu kırmayı da başardı.
Üstelik, uzun süre ‘ghetto’ hiç hoş karşılamadı sabanın toprakta açtığı bu derin yarığı, “agos”u. Eski köye yeni âdet getirenlerin yaşadıklarını hepiniz ama en fazla sen yaşadın. Sonrasında diyasporayla yaşadıkların da bunun uzantısıydı.
Sahiden tuhaf adamdın ahparig. Dışarıda diyasporaya çatar, Türkiyeliliği savunur, biz kendi aramızda meselelerimizi çözeriz, gölge etmeyin yeter, diye diklenirdin; memlekete döner altını çize çize “soykırım”ı anlatırdın. Sanki Onuncu Köy’de doğmuştun da gurbeti memleket etmiştin.
Seropyan Usta’nın hazırladığı Ermenice sayfalarınız vardı ama Agos’un ağırlığı Türkçe’ydi. Hatırladığım kadarıyla bu da tepki toplamıştı camiada. Ne yapmak istediğini, 1999’da, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı piyesini sahneye koyarken iyice anladım.
Malûm, Haldun Taner’in piyesinde, Tovmas Fasulyaciyan ve arkadaşları, Güllü Agop’un imtiyazı yüzünden işsiz kalıp turneye çıkar. Moliere’in George Dandin’ini Bursa’da oynayacaklar, bu birinci perde... Ahmet Vefik Paşa trubu bulunca Bursa Osmanlı Tiyatrosu’nu kurar, piyesi Fener Rum çevresine adapte eder ve Yorgaki Dandini adını verir, bu ikinci perde... Üçüncü perde ise Küçük İsmail’in Göksu Gazinosu’ndagösterilen ortaoyunu adaptasyonudur.
Toprağı bol olsun Misak Toros’u aradım, bu işte lisan çok önemli, bizim eskilerde Rum aksanı var da Ermeni aksanında acayip zorlanıyoruz, gel bir el at, dedim. Misakcığım ikiletmeden geldi ama iki prova sonra, bu iş beni aşıyor, Berç’i getireceğim, dedi. Misak’tan epey gençti Berç Noradunkyan ama “ihtiyarların dilini anlayan tek adam” olarak nam yapmıştı. Toprağı bol olsun Berç’in oyuna katkısı büyük oldu.
Soykırımın ardından sistemli biçimde uygulanan asimilasyon politikaları, Türkiyeli Ermenilerin lisanına ağır darbe indirmişti. Sen gazetede ağırlığı Türkçe’ye vererek, derdini anlaşılır kılmayı seçmiştin. Zaten, Galile de, “Dünya yuvarlak” dediği için değil, Discorsi’lerini Latince yerine İtalyanca yazdığı için enkizisyonda yargılandıydı. Her zamanki gibi doğru ve belalı yolu seçmiştin “Baron”.
Şöyle bir çay içmeye uğramış yahut büyükannesinin vefat ilanını vermeye gelmiş delikanlılardan, genç kızlardan muhabirler, köşe yazarları çıkarttığını biliyorum.Hakikat sihriyle yüklü dokunuşunun yarattığı pek çok mucizeye tanık ettin hepimizi.
Dünya gözüyle son görüşmemizi, Surp Vartanats’ta, Hagop Abi’nin cenaze töreninde yaptıydık. “Aman Hrantcığım, havada suikast kokusu var. Kendine mukayyet ol,” demiştim. Sen n’apmıştın ahparig? Kocaman kolunu omzuma dolayıp, “Acı patlıcanı kırağı çalmaz” mı demiştin. Hatırlamıyorum ama o öğle sonrası boyunca, seni ilk defa bu kadar dalgın ve hüzünlü görmüştüm.
Güvercin tedirginliği miydi?
Sonra bir kere konuştuk, telefon aracılığıyla. Aynı şeyi söyledim. O sıra bütün arkadaşlarımı uyarıyordum. E, böyle kepaze bir iklimde yaşayınca insanın algısı genişliyor.
Pelitli kasabasından başlayarak, Trabzon Emniyeti’nden süzülerek, İstanbul Vilayetini sarıp Ankara’dan dolanan bir alçaklık, işleneceğini herkesin önceden bildiği bir cinayet senin çoğul yalnızlığını hedef aldı. Yegâne “Khent Baron”umuzu, delifişek bilgemizi arkasından vurdu.
20 Ocak 2007 gazetelerini tekrar koliye koyacağım, ağzını sımsıkı bantlayıp kaldıracağım. Sen hep hayatımdasın çünkü, kardeşim. Kırık omzumun acısı dayanılmaz hale geldiğinde, mesela şunları yazarken, karşımdaki boş iskemlede bütün vücudunla beliriyorsun, acı macı hak getire!
Orta Dünya’nın iyiliğini takdis ettiğin için teşekkür ederim Hrant.

*Oyuncu/Yönetmen/Yazar
www.evrensel.net
Eklenme tarihi: 2014-01-19 06:00:48

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails